Amasra Masaj Salonu Hizmeti – Masör Ece
Amasra Masaj Salonu Hizmeti  – Masör Ece
Amasra Masaj Salonu kilisesinin sivri kuleli çatısı altında oradan oraya koÅŸtum. Yücelerden gelen sözleri, lekelenmiÅŸ insancıl kelimelerle aktarmayacak bir günah çıkarıcı arayıp durdum. Önce bir kızıl saçlıya gittim. Sonra, ruhumla ilgilenen bir esmerini buldum. Bu papaz, üzerinde düşünmem için bazı mevzular söyledi ve DerviÅŸlik ve Gizemci Dinbilimin El Kitabı’m verdi. Fakat, bu koca, bu çıplak kilisede, okulun minik yakarış salonundaki kadar rahat hissetmiyordum kendimi, yadırgamıştım. Bu yeni ruhsal önderim, ufacık bir kızken tanımamıştı beni. Onu ben, bir rastlantı olarak, geliÅŸigüzel seçivermiÅŸtim.
Amasra Masaj Salonu  içimi rahatça boşaltamazdım ona. Bir papazı yargılamış, hakir görmüştüm. Bir başka papazın Yüce Yargılayıcı olabileceğini sanmıyordum artık. Yeryüzünde hiç kimse Tanrının mutlak simgesi değildi. Tanrının önünde yapyalnız ben vardım Benliğimin ta derinlerinde, beni kurcalayan bazı sorular cevapsız kaldı: Ya Tanrı kimdi? Gerçekte ne istiyordu? Kimden yanaydı. Babam Tanrıya inanmazdı. En büyük yazarlar, en güçlü düşünürler de onun bu septik tavrım paylaşmışlardı.
Genel olarak, kiliseye gidenler hep kadınlardı. Tüm kuşAmasrarın ötesinde adamların kadınlardan üstünlüğü mutlak olmasına rağmen, doruya ulaşmanın kadınlara tanınmış bir imtiyaz olması, çok çapraşık geliyor, kafamı altüst ediyordu.
Amasra Masaj Salonu
Amasra Masaj Salonu bireyin inancını yitirmesi kadar büyük felaket olması imkansız diyor, kendimi bu tehlikeye karşı itimat altına almaya çalışıyordum. Din derslerimde çok ilerlemiÅŸtim; insanlara sunulmuÅŸ açık gerçeklere karşı söylenecek her sözü, rahatça tartışacak, eleÅŸtirecek duruma gelmiÅŸtim. Ama bu gerçekleri kanıtlayacak bir münakaÅŸa düzenini bilmiyordum hiç. Saat ile saatçi arasında kurulan benzerlik hikâyesi beni doyurmadı, insanoÄŸluın acılarında Tanrıya karşı bir koz bulamayacak kadar habersizdim bu acılardan. Dünyada pek de öyle belirgin bir uyum yoktu aslına bakarsan, îsa ve ermiÅŸler, tabiatüstü, insanüstü ÅŸeyler yapmışlardı. Mukaddes kitaplar, mucizeler, görünen hayaller, ancak Kilisenin kefaletiyle doÄŸrulanıyordu. “Lourdes’daki en büyük mucize, Lourdes’un kendisidir” derdi babam. Dinsel gerçekler, esasen inanmış olanlara inandırıcı geliyordu ancak.
Bugün, Meryem ananın Bernadette’e mavi ve beyazlara bürünmüş olarak görünmüş olduÄŸune inanıyordum, ama belki de yarın inanmayacaktım, inananlar, inancın Tanrı lütfünü gerektirdiÄŸini söyledikleri andan beri, bu kısırdöngü süregelmiÅŸti. Tanrının bana oyun edeceÄŸine, lütfunu ben^ den esirgeyeceÄŸine pek olasılık tanımıyordum; ama yine de, varlığı hakkında su götürmez, elle tutulur, somut bir kanıt bulmayı arzu ederdim. Bir tek bir tek kanıt buldum: Jean d’Arc’ın sesi. Jean d’Arc, tarihsel bir gerçeklikti. Annem kadar babam da saygı duyardı ona. Ne bir yalancı, ne bir göz boyayıcıydı Jean d’Arc. Iyi mi olurdu da onun tanıklığı, onun sözleri yadsınabilirdi? OlaÄŸanüstü serüveni de doÄŸruluyordu bunu. Sesleri duymuÅŸtu; bu, bilimsel bir gerçekti ve babamın nasıl olup da bunu fark et mediÄŸini anlamıyordum. Bir akÅŸam Meyrignac’ta, hemen her gece yaptığım benzer biçimde, pencereden bakıyordum. AÅŸağıdaki ahırlardan, yıldızlarla benekli gökyüzüne ılık bir koku yükseliyordu. Duam, pek gönülsüz gönülsüz süzüldü göklere doÄŸru, sonrasında birden düşüp çakıldı topraÄŸa. Tüm günü bana yasaklanmış elmaları yiyerek ve yine yasaklanmış olan Balzac’ın bir kitabını okuyarak geçirmiÅŸtim.
Son yorumlar